VEJETARYEN BESLENMENİN SAĞLIKLI
OLDUĞUNUN BİLİMSEL BİR TEMELİ VAR MI?
Bazı tıbbi
çevreler vejetaryen beslenme şeklinin insane genetik yapısına uygun son
derece sağlıklı bir rejim olduğunu ve kanser, osteoporoz, gut ve kalp hastalığı
gibi çeşitli hastalıklara sebep olabileceği için kesinlikle hayvani gıdaların
(başta kırmızı et olmak üzere) yenmemesi gerektiğini söylüyorlar. Birkaç yıl
once bültenimizde vejetaryenizmi öven bir yazı da çıkmıştı
(http://beslenmebulteni.com/beslenme/vejetaryen-diyet-ne-kadar-saglikli/). Beslenme Bülteni olarak biz taze sebze ve meyveye çok önem vermekle birlikte saf vejetaryenliği kesinlikle önermiyoruz. Bültenimizin bu sayısını evrimsel açıdan vejetaryenizmi irdeleyen önemli bir yazıya ayırdık. Evrim ağaci sitesinde yayınlanan (http://evrimagaci.org/makale/242/) bu makaleyi kaçırmayın. Yazının sonunda editörümüz Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın konu hakkındaki geniş yorumlarını okuyacaksınız.
(http://beslenmebulteni.com/beslenme/vejetaryen-diyet-ne-kadar-saglikli/). Beslenme Bülteni olarak biz taze sebze ve meyveye çok önem vermekle birlikte saf vejetaryenliği kesinlikle önermiyoruz. Bültenimizin bu sayısını evrimsel açıdan vejetaryenizmi irdeleyen önemli bir yazıya ayırdık. Evrim ağaci sitesinde yayınlanan (http://evrimagaci.org/makale/242/) bu makaleyi kaçırmayın. Yazının sonunda editörümüz Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın konu hakkındaki geniş yorumlarını okuyacaksınız.
İNSANLARIN BESLENME
ALIŞKANLIKLARI, VEJETARYENLİK, ETÇİLLİK, OBEZİTE VE EVRİM
Homo
sapiens,
ilgili yazımızda da açıkladığımız üzere (bkz: İnsanlar
ve Yakın Akrabalarının Taksonomik Sınıflandırılması Üzerine...), 275 milyon yıl
kadar önce sürüngenlerden evrimleşmiş memeliler içerisinde, 47 milyon yıl kadar önce evrimleşmeye
başlamış Primatlar takımı içerisinde bulunan ve son 6-7 milyon yıldır insanılar
kolundan evrimleşerek günümüze gelmeyi başaran tek insan türüdür. Yani bu
uzun yolculukta, ilk memelilerden günümüze kadar pek çok özellik değişmiş,
bunların birikimi sayesinde önce primatlar dediğimiz iri beyinli memeliler
evrimleşmeyi başarmış, bunların arasından bir kol da günümüz modern insanına
doğru gitmiştir.
Bu
yoldaki değişimlerden başlıcaları morfolojik, anatomik, fizyolojik ve
davranışsal değişimlerdir. Morfolojik değişimler insanın günümüzdeki dış
değişimini, anatomik değişimler organlarının yapısını, fizyolojik değişimler
hücre, doku ve organları arasındaki ilişkileri, davranışsal değişimleri ise
sosyolojik gelişimini etkilemiştir. Bu değişimlerin toplamı, günümüzde sadece
insanı değil, modern herhangi bir hayvanı atalarından; atalarını onun
atalarından; o ataları kendi atalarından, bu şekilde geriye gidildiğinde her
bir türü kendi atalarından farklılaştıran özelliklerdir.
İşte
bu değişimlerden ötürü, insanın ve atalarının beslenme eğilimleri ve besinlere
olan yaklaşımı da evrimsel süreçte değişmiştir. Thomas Hobbes'un tanımıyla, 6 milyon yıl kadar önce şempanzelerle ayrı
yönlere doğru evrimleşmeye başladığımızdan beri "pis, zalim ve kısa"
canlılar haline geldik (Hobbes, tarihi verememiş olsa da bu tanımı
Darwin'den bile 200 sene kadar önce yapabilmiş bir İngiliz filozofudur).
Zekamızın
evrimi pek çok şeyi iyileştirirken, bu iyileşmelerle kıyaslanmayacak miktarda
fazla olan pek çok şeyi de kötüleştirdi. Ortalama
ömrümüz bilim ve teknolojinin ilerlemesi ile bundan 50.000 sene öncesine göre 3
katına kadar çıkarken, iklim, belki de canlılık tarihinde siyanobakterilerin
evrimleştiği milyarlarca yıl öncesinden beridir ilk defa tek bir tür tarafından
değiştirilmektedir.
Dünya'nın
milyarlarca yıldır süregelen doğal dengesini denklemin kendi tarafımıza düşecek
şekilde değiştmeye çalışmaktayız ve bu işleri daha da karmaşık hale getiriyor.
Ancak tüm bu değişimlerden yine en çok etkilenen türlerden biri yine biziz.
İnsan
türü, şempanzelerle ayrılmaya başladığında, yani 6 milyon yıl önce, şempanzeler
ile insanların ortak ataları halen meyveler ve bitkilerle besleniyordu. Pek çok
çeşit meyve, ağaç kabukları ve gövdeleri, yapraklar, bitki kökleri ve benzeri
bitki parçaları diyetleri içerisinde yer alıyordu. Her ne kadar günümüzden
15-12 milyon yıl öncesinden itibaren insansı maymunların (gibonlar, goriller,
orangutanlar, şempanzeler, bonobolar ve insanlar) evrimleşmesiyle et tüketimi
de yavaş yavaş başlamış olsa da, meyve ve yeşillik ağırlıklı beslenme hemen
hepsinde ciddi biçimde baskın olarak kaldı. İnsan kolu olan Hominidler de çok
uzun bir süre bu özelliği sürdürdü.
En
yakın kuzenlerimizden olan ve aslında bitkisel ürün ağırlıklı bir hepçil
olan Pan troglodytes (Şempanze) türü avını toplu olarak tüketirken;
Günümüz...
Paranthropus
boisei türü
meyve yerken; günümüzden 2 milyon yıl önce...
Bitkilerden
elde edilen enerji genel olarak oldukça düşüktür; bu sebeple sadece bitkilere
ulaşmak için yaptığımız uzanma-gevşeme hareketleriyle bile bitkilerden
alacağımız enerjinin büyük bir kısmını harcayabiliriz.Bize doğru evrimleşecek
olan atalarımız buna rağmen orman hayatından uzun bir süre vazgeçmedi, çünkü
çevre vazgeçmeye zorlamadı.
Ancak
zaman ilerledikçe, besin kaynaklarının azalması ve diğer çevresel ve iklimsel
değişimler insan türlerinde (günümüz modern insanının atalarında) pek çok göçe
neden oldu.Ve günümüzden 2.5 milyon yıl
kadar önce, insan türlerinden biri, Homo habilis ve ataları, ilk
defa et ağırlıklı beslenmeye başlayan bir popülasyona doğru evrimleşmeye
başladılar. Besin kıtlığı sırasında ot bulamayan bireylerden, özellikle
orman dışındaki savana hayatında, çevrede bolca bulunabilen ete yönelenler
açlık savaşını kazanmayı başardı.
Savana
hayatından bir görsel...
Et
ağırlıklı beslenmenin evriminde, ilk etaplarda ciddi hastalıkların yaşanmış
olması muhtemeldir, çünkü çiğ ete alışkın olmayan türlerin bedeni, etlerle
taşınan mikroplara da alışık değildir. Ancak aç kalıp ölmek ile et yiyerek sağ
kalma arasındaki denge, sonunda etten yana bozulmuştur ve et yemeye daha adapte
olabilen bireyler hayatta kalarak üremeye başlamışlardır. Bunun mümkün
olabilmesinin sebebi, bireylerin genetik ve çevresel etkiler altında
varyasyonlara sahip olmasıdır:
Atalarımızın
kimi, alışık olmasa da et yemekten iğrenmezken, kimi bundan tiksinmiştir. Kiminin doğumdan beri beslenme tipinden ötürü
midesinde yaşayan bakterilerin çeşidi ve sayısı, diğerlerinden farklı olabilir.
Kiminin genetik çeşitliliğinden ötürü barındırabileceği bakterilerin veya
vücudunun savunma sisteminin yapısı diğerlerinden farklıdır. Aynı tür
içerisinde bile bireyler arasında bu şekilde milyonlarca varyasyon
bulunmaktadır. Bu, seçilimin et yemeyi başarabilenlerden yöne bozulmasını
sağlamıştır.
Et
temelli bir diyete sahip Homo ergaster türünden bir av
görüntüsü; günümüzden 1.8 MYÖ
Atalarımızın et
yemeye başlamayla birlikte, insanın beyin kapasitesi de birdenbire hızla
büyümeye başlamıştır. Bunun sebebi, az miktar bir etten bile alınabilecek bol enerji
ve proteinin beynin büyümesi için gerekli olan her şeyi sağlıyor olmasıdır. Çünkü sinir bilim
ile ilgili yazılarımızdan da görebileceğiniz gibi, beyin vücudumuzdaki en
masraflı, en sıkıntılı, en çok enerji harcayan organıdır. Bu organın enerji
ihtiyaını karşılamak, sadece ot temelli bir beslenmeyle başarılabilecek bir
durum değildir. Bu sebeple diğer hayvanların beyinleri (ve ot temelli beslenen
atalarımızın beyinleri) küçük kalmış ve büyümesi yönünde bir seçilim baskısı
olsa da, bu büyüme gerçekleşememiştir. Bunun haricinde ot temelli beslenme ne
kadar sınırlanırsa (sadece yaprak yemek gibi), canlının enerji üretimi de o
kadar kısıtlanır. Bu sebeple sadece ağaç yapraklarıyla beslenen tembel
hayvanlar, bu kadar yavaş hareket etmektedirler. Kendilerinin günlük yaşamda
hareket edebilmeleri için gerekli enerjiyi bile üretemezler! Ancak hızlanmak
yerine, çok yükseklere tırmanabilme yetenekleri sayesinde, hayatta kalmayı
başarmış ve hızlanmaya yönelik bir evrim geçirmemişlerdir. Bu, apayrı bir
konudur.
Modern
insanın atalarındaki önemli basamaklardan biri olup, ateşi de kontrol etmeyi
ilk olarak başaran Homo erectus türü avını tüketirken; günümüzden
1.5 Milyon Yıl Önce...
Üstelik
ette, yeşil bitkilere kıyasla çok daha yoğun olarak bulunan hayvansal proteinler
ve daha da önemlisi vitaminler, beynimizin biyokimyasal yapısı, büyümesi ve
gelişmesi için çok önemlidir. Eskiden bunları alamayan atalarımız, et temelli
beslenmeyle birlikte bunları alabilmeye başlamıştır. Elbette et yemek, beynimizin evrimleşebilmesi için tek sebep değildir,
yoksa et yiyen tüm hayvanlarda beynin irileşmesini beklerdik.
İnsan
Zekasının Evrimi: Neden Sadece İnsanın Beyni Bu Kadar Evrimleşmiştir?başlıklı yazımızda,
et temelli beslenme haricinde hangi koşulların varlığı sayesinde beynimizin
evrimleştiğini açıklamıştık. Fakat kolaylıkla söyleyebiliriz ki, eğer ki et
gibi yüksek enerji düzeyine sahip beslenmeye geçmemiş olsaydık, beynimizin bu
kadar evrimleşebilmesi muhtemelen hiçbir zaman mümkün olmayacaktı.
Beynimizdeki
evrimin hız kazanmasıyla et ağırlıklı beslenmeye geçişimiz üst üste
çakışmaktadır.
Ette
bol miktarda protein, vitamin, mineral ve yağ asitleri bulunur. Bu sayede
insanların sadece zeka gelişimi tetiklenmemiş, boyları da hızla uzamaya
başlamıştır. Günümüzden 5-6 milyon yıl önce yaşayan insan türleri 1 metre
civarındayken, Homo habilis'ten birkaç yüz bin yıl sonra evrimleşen Homo
ergaster'in çocuk yaştaki boyu 1.8 metrenin üzerine çıkabilmiştir. Günümüzde
ise bilindiği gibi ergenlik sonunda ulaşılan boy 1.8 metre civarındadır. Kısaca,
10-12 yaşındaki bir çocuğun 1.8 metre boyunda olduğunu düşünebilirsiniz.
Boy
uzunluğundaki artış da evrimsel süreçte et temelli diyete geçmemiz ile tam
olarak üst üste çakışmaktadır.
Et yiyip de zekası
evrimleşmeyen diğer hayvanlardan bir diğer farkımız da, zekamızın
evrimleşmesinin tetiklenmesiyle birlikte algısal becerilerimizin gelişmesi, bu
sebeple de alet kullanabilmeye başlamamızdır -ki buna yukarıdaki yazımızda
değinmiştik.
Diğer hayvanlar,
yakalayacakları et için çok uzun çabalar harcayıp, günü kurtarmayı hedeflerken
insan türleri güçlü sosyal bağlar kurarak ve alet kullanarak az enerji ile çok
et avlayabilmiştir. Bu sayede fazladan enerjiyi başka yönlere harcamayı
başarabilmiştir. Yani bir çita 21 saat uyuyup 3 saat avlanırken, insan
türleri 3 saat avlanıp 21 saat başka işlere odaklanmışlardır. Bu "başka
işler" içerisinde yer alan sosyal ilişkiler sayesinde sosyal yapıları çok
daha gelişmiş ve yerleşik yaşama geçmeye başlamışlar, adım adım daha gelişmiş
bir yapıya evrimleşmeye başlamışlardır.
Tabii unutmamak
gerekir ki et merkezli yemek biçimine geçişimiz, şekere olan tutkunluğumuzu da
yok etmemiştir.Sonuçta beynin yapısal evrimi için gereken şey proteindir;
ama beynimiz günlük yaşamda şeker
ile çalışır.Bu sebeple insan, meyve ve sebzeleri tüketmeye devam etmiş;
bitkilerin sadece bol yeşil gövdelerini yemeyi bırakmıştır.
Bu yeşil gövdelerde
bol miktarda selüloz bulunur ve apandiks organı, tüm atalarımızda ve
kuzenlerimizde selülozu sindirmek üzere özelleşmiş hücreleri barındırıyordu ve hala
da barındırır. Ancak yeşillikleri azaltmamızla birlikte apandiks organı da
atalarımızda ve bizde körelmeye başlamıştır ve 2,5 milyon yıl sonunda neredeyse
işlevsiz bir hale gelmiştir; gittikçe de küçülmektedir.
Tabii
ne olursa olsun, atalarımız bu besinlere ulaşmak için çok ciddi çabalar sarf
etmektelerdi. Bir bizonun peşinden mızraklar ve gürzlerle koşmak, onu yere
indirip öldürmek, kilometrelerce geri, kampa taşımak kolay bir iş değildir.
Benzer şekilde ağaçlara günlük olarak tırmanıp meyve-sebze toplamak da kolay
değildir. Bu ikisinin kombinasyonu
sebebiyle atalarımızın dayanıklılığı, kardiyovasküler sağlıkları, kas-yağ
dengeleri, günümüz maraton koşucuları ile neredeyse aynı düzeydeydi.
Günümüzde
halen vahşi türler gibi avlanan insan kabilelerinde, "modern"
dünyanın şişko ve yağlı (illa şişman olması şart değil ama fiziksel aktivitesi
yok denecek kadar az) insanlarına göre çok yüksek fiziksel yetiler
bulunmaktadır. Günümüz insan
kabilelerinden bazıları, tam 8 saat boyunca bir geyiğin peşinden koşup
avlanabilirler.
Khoisan
Kabilesi'nden bir avcı; Günümüz...
Daha
sonra, günümüzden 200.000 yıl kadar önce
artık iyicene büyük bir beyin hacmi, algı kapasitesi ve sosyal ilişki gücüyle Homo
sapiens evrimleşti.Homo sapiens de yaklaşık 190.000
sene atalarının izinden gitti, avlandı ve topladı; avcı-toplayıcı bir yaşam
sürdü.
10.000 yıl kadar önce
ise zekasının daha da gelişmesi ve olaylar arasında neden-sonuç ilişkilerini
çok daha başarılı bir şekilde kurabilmesi sayesinde tarım yapmaya başladı ve
bu, insan sağlığı için yapabileceğimiz en büyük hatalardan biri oldu
(karşılığında bugünlere geldik tabii).Tarım sayesinde
düzenli olarak besin üretilmeye başlandı ve göçler, avlanmalar, toplamalar
sebebiyle olan açlığa bağlı ölümler neredeyse tamamen yok oldu.Ancak insanların kabileler halinde
büyümeleri ve tarımsal mini-kentler kurmalarıyla birlikte bakterilere ve
virüslere yol açılmış oldu ve ciddi salgın hastalıklar yaşandı.Hatta halen
o dönemde var olan avcı-toplayıcı ekiplerin bu tarımsal topluluklar arasındaki
seyehatleri sebebiyle ilk salgın hastalıklar başlamış oldu.
Tabii
tarımın avlanmadan kolay olması, beslenme stilimizin yine değişmesi demekti.Artık et yerine tarım ürünlerini bolca
tüketmeye başladık ve bu sebeple pek çok aminoasit, vitamin ve mineralden yoksun
kalmaya başladık.Açlıktan ölümlerin azalmasıyla birlikte yaşam ortalamaları
arttı; ancak eski boy ortalaması hızla düşmeye başladı.İskelet sistemimizde de
yerleşik hayata geçilip avlanmanın azalmasıyla sorunlar baş göstermeye
başladı.Kalsiyum eksiklikleri, kemik, eklem ve diş hastalıkları boy göstermeye
başladı.
Tükettiğimiz
et, vahşi hayvanlardan besi hayvanlarına dönmeye başladı. Besi hayvanları ise
bol yağ barındırmaktadır, protein ise vahşi hayvanlarda olduğu kadar zengin
değildir. Besi hayvanlarından
ürettiğimiz süt de, hayvanların beslenme tipinden ötürü kaymak yağı içermeye
başladı ki kaymak yağı damar tıkanıklıklarının baş sorumlularından biridir (Bence
bu düşünce yanlıştır-Yazının sonundaki yorumlarıma bakınız- Ahmet Aydın).Fakat
halen obezite sorunları doğmamıştı çünkü halen insanlar günümüzdekinden çok
daha aktiftiler.
Ancak
obezite denilen soruna ilk defa günümüzden 100 yıl kadar önce rastlanmaya
başlandı. Ve tesadüfe bakın ki bu, arabaların ve makinaların icadı ile aynı
döneme denk gelmektedir.Teknolojinin
gelişmesi, genel olarak insanlara iyi bir şey gibi gelse de, doğa açısından
ciddi bir felakettir.Burada doğadan kastımız çevresel sorunlardan ayrı olarak,
insan doğası üzerindedir. Sonuçta insan
ne kadarevrimleşirse evrimleşsin bir hayvan türüdür ve belli doğa
şartlarına sahiptir. Ancak teknolojinin
gelişmesiyle birlikte doğaya hükmedebileceğimizi sandık ve kendi besinlerimizi
kendimiz üretmeye başladık. Ne var ki bu, spesifik olarak baktığımızda felaket
ile sonuçlandı.
Örneğin Britanya'da
1700 yılında şeker tüketimi kişi başı 2.5 kg iken, günümüzde Amerika'da şeker
tüketimi kişi başı 50 kg'ı aşmıştır. Üstelik bu şekerin %50'si fruktoz
içeriklidir (bir tür şeker) ve hücrelerimiz fruktozu parçalamak için değil,
glukozu parçalamak için özelleşmiştir.Fruktozu parçalamak
çok daha zor olmaktadır. Çiftçilerimiz teknolojinin verdiği silahlar sayesinde
dev miktarlarda mısır ve buğday yetiştirip köşeyi dönebilmektedir; ancak
üretilen et kaynakları tamamen yağ üretimi üzerine kurulmuştur. Etin bile yağlı
olması istenir, çünkü yağlı etin tadı güzeldir, çok satar ve zengin eder.
Benzer şekilde üretilen süt, peynir ve tereyağları da tamamen zararlı yağlar
içermektedir (Bence bu düşünce
yanlıştır-Yazının sonundaki yorumlarıma bakınız- Ahmet Aydın).
Sevimli
ama sağlık konusunda büyük risk altında olan bir çocuk; Günümüz...
Ayrıca
yerleşik hayatın gelişmesi ve şehirleşmeyle birlikte, özel meslekler icat
edilmiş, teknoloji sayesinde seri üretim ilerlemiştir. Eskiden et isterseniz,
bir ineği devirip kesmeniz gerekirken günümüzde köşe başında arabanıza atlayıp
gidebileceğiniz dev süpermarketler bulunmaktadır. Hatta bu kadar uğraşmanıza
bile gerek yok, Graham Bell ve Tim Berners-Lee (internetin mucidi) sayesinde
evinize kadar servis mümkündür!
Günümüzde
obezite, "uluslararası bir salgın hastalık" olarak değerlendirilmektedir
ve insanları hızlı öldürmediği için ülkeler kırmızı alarm vermeseler de pek çok
klinik ve dernek, ciddi bir şekilde çözüm üzerinde çalışmaktadır. Bu riskten en
muzdarip olan ülke, Amerika Birleşik Devletleri'dir, çünkü en yüksek teknoloji,
en az emek ile orada kullanılmaktadır. İnsanlar neredeyse hiç hareket
etmemektedirler ve hep bilgisayar başında işlerde çalışmaktadırlar. Bu da
obezitenin ana sorumlusudur.
Ancak
Amerika, aynı zamanda obeziteye karşı bilinç geliştirmiş ilk popülasyondur ve
şu anda insanlar hızlı bir şekişde bilinçlendirilmeye çalışılmaktadır. Eğer
yolunuz düşerse, ülkede ya çok şişman ya da çok zayıf insanlar olduğunu
göreceksiniz.Çünkü bir kısım insan obeziteyle savaş halinde sürekli spor
yaparken, diğer -ve ne yazık ki çoğunlukta olan- kısım obezdir.
Biraz
sayılar verelim, obezitenin doruk noktasına ulaştığı 1999 yılından:
·
Birleşik Devletler'deki yetişkinlerin
%31'i obezdir.
·
6-11 yaş arası çocukların %13'ü, 12-19
yaş arası çocukların %14'ü aşırı kiloludur. Bu rakamlar 1979'dan bu yana 3
katına çıkmıştır.
·
Aşırı kiloluluk her ırkta ve etkin
grupta görülmektedir.
·
Obeziteden dolayı sadece Birleşik
Devletler'de yılda 300.000 kişi ölmektedir.
·
2000 yılında obeziteye ABD'nin tek
başına harcadığı para 117 milyar dolardır.
·
2008 yılında yetikinler arasındaki
obezite %34'e çıkmıştır.
·
Obezitenin insanı öldürme ihtimali ve
miktarı, kuş gribinden 3 kat daha fazladır.
Günümüzde
ise yoğun çabalar sayesinde Amerika obezitenin artışını
durdurabilmiştir.Geçtiğimiz sene obeziteye harcanan para 168 milyar dolara
ulaşmıştır; ancak bu sayede 2003 yılından beridir obezite oranları gerilmese
de, artış durdurulmuştur. Aşağıdaki görsel, gidişatı güzel bir şekilde göstermektedir:
Wikipedia Obezite Grafiği
Peki
obezitenin tüm bu çevresel sebepleri haricinde, genetik sebepleri olabilir mi? Günümüzde
bu konuda çalışmalara ağırlık verilmiştir; ancak halen net sonuçlar
bulunmamaktadır. Bazı genlerin, hücrelerin enerjiyi saklama ve vücuda dağıtma
biçimleri üzerinde etkisi olduğu keşfedilmiştir ve bu genlerin belli bir yönde
etkilenmesinin, yağ yakımını zorlaştırdığı düşünülmektedir. Bu genlere
günümüzde "enerji-tutumlu genler", bu fenomeni açıklamak üzere ortaya
atılan hipoteze ise Enerji-Tutumlu Genotip Hipotezi (Thrifty-Genotype
Hypothesis) adı verilmektedir. Fakat henüz pek bir ilerleme
kaydedilemediğinden bu konuda açıklama yapmak yersiz olacaktır; sadece genlerin
belli bir miktarda etki ettiğini, fakat asıl sorumlunun çevre olduğunu bilmek
gerekmektedir.
Dolayısıyla
tüm evrimimiz sayesinde mümkün kılınan tüm bu çevresel gelişmeler, inceden
inceye sonumuzu da hazırlamaktadır. Günümüzde şu anda yaşamakta olan nesil, son
birkaç milyon yıldır ilk defa ebeveynlerinden daha kısa ömür beklentisi
içerisinde olunan nesildir; yani çocuklarımızın ömürleri, bizimkilerden kısa
olacaktır. Bu sebeple kendimizi ve
ürünlerimizi övmeyi bırakarak özümüzü hatırlamalı, bir hayvan türü olduğumuzu
unutmamalı ve dolayısıyla içerisinden geldiğimiz doğayı korumanın yollarını
bularak, mümkün olduğunca doğal hayata uygun yaşam sürmeliyiz. Bu elbette
ormanda ağaçtan ağaca atlamayı gerektirmez; ancak "bize bir şey
olmaz" mantığının ölümcül olduğunu görmemiz gerekmektedir.
Obezitedeki
artışı gösteren bir grafik...
Endüstriyel
Et Üretimine ve Evrimsel Gelişime Bir Tepki Olarak "Vejetaryenlik"
(Otçulluk) ve Etkiye Tepki Yasaları Dahilinde Doğan "Etçillik"
İnsan,
her ne kadar et temelli diyete geçmiş bir hepçil (omnivor, hem et hem ot yiyen)
bir hayvan türü olsa da, tıpkı atalarımızda olduğu gibi günümüz insanları
içerisinde de yoğun bir çeşitlilik vardır. Her insan ait olduğu tür bakımından
hepçildir, öyle de olmak zorundadır.Ancak bireylerin şahsi tercihleri, bu
hepçillik içerisinde çeşitli farklılıklar gösterebilir.
Kimi
insan tamamen etçildir ve hiç ot yemezler. Aslında yiyebilirler (çünkü
hepçildirler) ancak yememeyi tercih ederler. Benzer şekilde, kimi insan da
sadece bitkisel ürünleri tüketirler ve hiç et yemezler (vejetaryenler). Bunlar
da aslında et yiyebilirler (çünkü hepçil bir türe aittirler) ancak yememeyi
tercih ederler. Geriye kalan çok geniş bir kitle ise, normal bir şekilde,
türünün gerekliliği olarak hem et, hem ot ile beslenirler. Elbette bunları da
kendileri içerisinde alt gruplara ayırmak mümkündür. Kimi daha sık olarak et
tüketir, kimi daha sık olarak bitkisel besin tüketir. Ancak diyetleri
(beslenmeleri) dahilinde mutlaka et de, ot da vardır.
Tamamen
etçil olan az sayıda insan olsa da, et yemeye ciddi şekilde karşı olan çok
sayıda vejetaryen bulunmaktadır. Genellikle bu kişileri vejetaryen olmaya iten
temel faktörler ailelerinin vejetaryen olması, bir hayvanın kesilişini görmeleri sonucu tiksinmeleri, et tadını
beğenmemelerine sebep olan genetik bir varyasyona sebep olmaları, et
yemeleriyle ilgili geçmişte başlarına gelen olumsuz bir olay (ciddi bir
hastalığa yakalanmak gibi) veya tamamen kültürel birikimleri dahilinde şahsi
tercihleri olabilmektedir.
Etçil
insanların bu tercihleri ise genelde inattan, ailevi baskılardan veya yeşillik
yemekten zevk alamamalarından kaynaklanmaktadır. Fakat meyve de dahil hiçbir
bitkisel besin yemeyen etçillerin sayısı yok denecek kadar azdır. Bizi, Evrim
Ağacı olarak şahsi tercihler ilgilendirmemektedir. Bizim için önemli olan
bilimsel gerçekler ve verilerdir.
Vejetaryen
diyetine bir örnek...
Hepçil
diyete bir örnek...
Etçil
diyetine bir örnek...
Sadece
diyetleri "vejetaryen", "hepçil", "etçil" olarak
değil, bu kategorileri de kendi içinde alt kısımlara ayırabileceğimizi
söylemiştik. Çok katı ve fanatik vejetaryenler veya etçiller olabileceği gibi,
et yemenin önemini bilen ancak tiksindiği için yiyemeyen ve farklı şekillerde
bu eksiğini gidermeye çalışan, aklı başında insanlar da bulunmaktadır. Ancak
burada size diyet dersi verme niyetimiz yok, bu yüzden bu konuları araştırmayı
size bırakıyoruz. Şimdi, bilimsel tartışmalara dönelim:
Aklı
başında ve bilinçli vejetaryenler ile hiçbir derdimiz olamaz ve kesinlikle bu
tercihlere saygılıyız. Ancak bizim militan/radikal vegan adını
verdiğimiz, fanatik ve gözü dönmüş, siyaset ve şahsi düşünceler ile
bilimsel gerçekleri birbirinden ayıramayacak kadar bilgisiz bir kitle, hem Evrimsel Biyoloji gerçeklerine, hem de
diğer alanlardaki bilimsel gerçekleri hiçe sayarak bazı argümanlar
üretmektedir. Bu gruplar ve kişiler kendi görüşlerini savunabilmek adına
yalanlar üretmekte ve hayali bilimsel veriler yaratmaktadırlar.
Bu
kişiler, insanların vejetaryenliğe şüpheyle bakmasına neden olmakta ve halk
içerisinde önyargı oluşmasına neden olmaktadır. Kısaca bu kişilerin, kendi
savundukları fikre faydadan çok zararı olmaktadır. Bu şekilde argümanlar ileri
süren vejetaryenlere güzel bir örnek vermek ve bu örnek üzerinden fanatik
vejetaryenlerin bilimsel hatalarını açıklamak istiyoruz:
Buraya
tıklayarak izleyebileceğiniz bir videoda,
militan/radikal bir vegan grubu bir dizi argüman ileri sürmektedir. Paylaşan
grubun adı "vegankolektif", dolayısıyla tarafsız bir kaynak olmadığı
oldukça açık. Ancak videodaki argümanları ve bunları sunuş biçimleri üzerinden
giderek bu tür gözü dönmüş vejetaryen gruplarının gerçeklikten ne kadar uzak
olduklarını ele alalım:
1)
"Diş Yapımız Etçil Bir Tür Olmadığımızı Gösterir" Argümanı: Diş yapımızı
anlatırken ciddi bir sahtekarlık yaparak insanın ağız yapısını diğer otçulların
ve etçillerin yanına koymamışlardır. İnsan dişlerine bakıldığında etçil
hayvanlarla- otçul hayvanlar arasında bir yapısının olduğu görülür (köpek
dişlerimiz avcılarınki gibi sivridir, molar dişlerimiz ise yassıdır). Ki zaten
insan "etçil" bir tür değildir, "omnivor"dur. Ancak
"otçul" bir tür de asla değildir!
2) "Dişlerimizin
Çoğu Yassı Olduğuna Göre Etçil Olamayız" Argümanı: Dişlerimizin bu
yapıda olmasının sebebi, 4 milyon yıl öncesine kadar otçul ağırlıklı omnivor
bir yaşam sürmemizdir. Ancak 4 milyon yıl öncesinde bu değişmiş, savanaya
çıkmamızla etçil ağırlıklı bir diyete geçmişizdir. Beyin evrimimiz de bu sayede
mümkün olmuştur.
3) "Yüzümüz
Yassı Olduğuna Göre Avcı Bir Tür Olamayız" Argümanı: Dişlerimiz ısırarak
avlanan hayvanlar gibi evrimleşmemiştir, zira asla böyle avlanmadık. Biz, beynimiz sayesinde hep silah kullanarak avlandık
ve sonra yedik. Bu yüzden ağzımız ileri doğru hiç uzamadı, dişlerimiz tutucu
şekilde sivrileşmedi. Bunlar, etçil doğamız olmadığı anlamına gelmez. Biz
silahlarla avladık, elimizle parçalara ayırdık, sonra yedik. Bu yüzden diş
yapımız diğer türlerinki gibi tam olarak etçil yapıda değil.Bilgi çarpıtması
söz konusu yani.
4) "Avlanmaya
Yönelik Adaptasyonlarımız Olmadığına Göre Etçil Olamayız" Argümanı: Gece görüşü, gece
avlanan hayvanlar için geçerlidir. Her
avcıda olması gerekmez. Diğer yetiler de aynı şekilde. İnsanın avlanmak için
var olan bir silahı vardır: Zeka. Bu, nedense zikredilmiyor (zaten et yeme
düşmanları, bunlara "vejetaryen" bile demek istemiyoruz, et yeme ile
zeka arasındaki ilişkiye pek değinmek istemezler).
5) "Bağırsaklarımızın
Yapısından Ötürü Etçil Olamayız" Argümanı: Bağırsaklarımızın
uzun olmasının nedeni otçul atalarımızdır. Dediğimiz gibi, tam etçil bir
doğamız olduğunu kimse iddia etmiyor. Ancak, tekrar edelim... Otçul da değiliz!
Zira otçul olmamız için selülozu sindirebilecek adaptasyonlarımız olmalı (çok
gözlü mide gibi, apandiks gibi). İnsanda ne rudimenter (geviş getiren) bir yapı
vardır, ne de apandiks selülozu sindirebilecek yapıdadır. Tam tersine,
türümüzün apandiksi diğer otçul ağırlıklı kuzenlerimize kıyasla yok denecek
kadar körelmiştir ve neredeyse hiçbir işlevi bulunmamaktadır. Bunun sebebi açık
bir şekilde otçul yaşamdan uzaklaşmamızdır.
6) "Midemizde
Gerekli Bakteriler Olmadığına Göre Etçil Olamayız" Argümanı: Midemizde et
içerisindeki bakterileri öldürecek birçok enzim ve bakteri zaten bulunmaktadır.
Et sindirimine katkı sağlayan hiç bakterinin bulunmadığı veya bunu sağlayacak
adaptasyonların olmadığı iddiası bir yalandır. Örneğin Bacteroides cinsi
bağırsak bakterilerimiz hayvansal proteinleri sindirmemizde görev
almaktadır. Ayrıca ikincil adaptasyonlar olarak midemizin asidik yapısı,
yiyeceklerle gelen bakterileri ve virüsleri işlevsiz hale getirmeyi hedefler
(elbette sadece et tüketimine yönelik bir adaptasyon değildir; ancak işe
yaramaktadır). Üstelik bağırsak enterotiplerimiz beslenme türümüzün ağırlığına
göre adapte olabilmektedir (tam da hepçil bir türde görmeyi beklediğimiz gibi).
Yani eğer hayvansal proteinleri ve yağları çok tüketirseniz bunları sindirmek
için Bacteroides enterotipi artarken, karbonhidrat ve bitkisel
proteinlerin tüketimi artınca Prevotelle enterotipi artar.
7) "Vejetaryenler
Sporda Madalyalar Aldığına Göre Etçil Olamayız" Argümanı: Bunu bir argüman
olarak ileri sürmek bile insan zekasına hakaret olacaktır. "Zenciler
koşuda madalya alabildiğine göre insanlar beyaz olamaz." demek kadar düşük
seviyeli bir argümandır. Kahahuluların madalya alması, onların sağlıklı
oldukları veya etten alacaklarını ilaçlarla takviye etmedikleri anlamına
gelmez. İnsan, et ağırlıklı beslenmesi gereken bir omnivordur. Elbette
ilaçlarla veya planlı beslenmeyle eksikler kapatılarak et yenmeyebilir. Ancak
aynı şekilde, ilaçlarla eksikleri kapatılarak ot da yenmeyebilir.
8) "Et
Yememiz Kültürel Evrimin Ürünüdür, Biyolojik Evrimin Değil" Argümanı: Videoda da görüldüğü
gibi, et yeme evriminden çok kısa bahsedilmiş, uzak durulmuştur. Çünkü bu,
Evrimsel Biyoloji'nin güçlenmesinden beridir var olan veganlar için ağır bir
darbedir. Ancak itirazlarının aksine, kültürümüzden önce biyolojimiz et yiyecek
şekilde evrimleşmiştir; daha doğrusu et yememiz evrimimize şekil vermiştir.
Sonrasında ise kültürel evrimimiz et tüketimimizi arttırmış olabilir, bu
doğrudur (ve apayrı bir tartışma konusudur). Ne var ki bunun temelinde
biyolojik bir evrim olmadığı iddia edilemez.
9) "Hiç
Et Yememeliyiz, Et Yemek Çok Zararlıdır" Argümanı: Emin olun hiç ot
yemeden et yemek veya hiç et yemeden ot yemek; et ile otu bir arada yemekten
daha ölümcüldür. Boş bir argüman daha...
10) "İnsan
Yavruları Bir Tavşanı Avlamadığına Göre Etçil Olamayız" Argümanı: Son test ise muazzam
bir bilgisizlik örneğidir ve yine, insan zekasına, insan onuruna, insan düşünme
yetilerine ve milyonlarca yıllık insan evrimine hakarettir. Böyle bir test
ancak modern dünyadan izole olmuş bir şahıs tarafından ileri sürülebilir. İnsan
bebekleri asla avlanacak şekilde evrimleşmemişlerdir; her zaman anneleri
tarafından beslenmişlerdir. Bu sebeple bir bebeğin tavşanı yememesi kadar doğal
bir şey olamaz. Etçil olduğu tartışmasız olan bir kaplan yavrusu dahi, bir
tavşan önüne konulduğunda onunla yemeden oynayabilir. Üstelik bebeklerin
eğilimlerinin, insanın doğasını anlamak için yeterli olduğunu sanmak başlı
başına bir hatadır. Bu şekilde bir argüman üretmek, bebeklerin bir kendilerini
öldürecek kadar sıcak olan sobalara dokunabiliyor veya sarılabiliyor olması,
insan türünün hayatta kalmak için evrimleşmemiş bir tür olduğunu iddia etmeye
benzer. Halbuki alakası bile yoktur. Bu test, saçmalığın daniskasıdır.
Görüldüğü
gibi bilime karşı tehdidin nereden geleceğini öngörmenin bir yolu yok. Çok
basit bir konuda bile cehalet, bilim düşmanlığını doğurabilmektedir.
Sonuç
Bireyler,
varyasyon olarak et veya ot ağırlıklı beslenebilir; ancak bu, türün et
ağırlıklı, en azından diyetinde eti bolca barındıran bir tür olduğu gerçeğini
değiştirmez. Yine de, tekrar ediyoruz: İnsan etçil de değildir, otçul
da... İnsan hepçil bir türdür!
Evrim
Ağacı, bilimsel sınırlar dahilinde, ne vejetaryenliği savunmaktadır, ne de
tamamen etçilliği. Bilimsel verilere saygı duyulduğu ve gerçekçi argümanlar üretildiği
sürece iki tarafın da görüşüne sonsuz bir saygı duymaktadır. Ancak yine de
bizler, bilim insanları olarak, insanın bu iki kutup arasında bir yerde
olduğunu belirtmekteyiz; ancak hangi tarafa yakın olacağını kişisel tercihi
olarak görmekteyiz. Dediğimiz gibi, vejateryenlerin tercihine de, etçillerin
tercihine de saygımız sonsuzdur. Bizim burada eleştirdiğimiz vejateryenlerin
bilimsel gibi lanse edilen bilim dışı argümanlarıdır.
Vejetaryenler
çoğu zaman etin üretim yönteminden ötürü etten uzak dururlar ve vejetaryen
olmalarındaki ana sebep de budur. Örneğin, veganlar arasında çok sık kullanılan
bir söz şudur: "Mezbahaların
duvarları camdan olsaydı, herkes vejetaryen olurdu." Hayvanların
toplu katlinden tiksindikleri için bir nevi koruma içgüdüsüyle bunu yaparlar.
Bu tercihe saygımız sonsuzdur ve Evrim Ağacı olarak biz de, asla etüretimi için
kitlesel katliamları desteklemiyoruz! Ancak üretim konusundaki insan temelli
hatalarımız ve duygusallığımız, bilimsel gerçekleri örtmek için kullanılamaz ve
kullanılmamalıdır! Biz, her zaman bilimsel gerçekleri, duygusal tesellilere
tercih ederiz.
Tüketimden
fazla üretime karşıyız örneğin. Ancak et üretimini şahsi tercihlerden ötürü
durdurmak, kabul edilemez bir baskıcılık örneğidir. Zira doğadaki tüm ölümler
vahşidir ve bunu diğer türlerden daha iyi algılayabiliyor olmamız, bizim
haricimizdeki bireylerin beslenme tercihlerine baskı yapabilme hakkını bize
tanımamaktadır. Bunu net bir şekilde kabul etmekle birlikte, türlere zarar
vermeden ve türlerin bireylerine acı çektirmeden, alternatif et üretim
yöntemlerine, dolayısıyla bilim ve teknolojiye de desteğimiz sonsuzdur. Örneğin
günümüzde artık yavaş yavaş yapay et üretebilmeyi bile başarabilecek bir
noktadayız. Şahsi ve evrensel olamayacak bir sebeple et tüketimine karşı
olmaktansa, et üretim tekniklerini geliştirmeye yönelik çabalar sarf
edilmelidir.
Benzer
bir şekilde, eğer ki biri hiç bitkisel besin tüketilmeden tamamen et tüketimini
savunacak olursa ve bunu yukarıdaki gibi sığ ve cahil bir argümana oturtacak
olursa, buna da karşı çıkılmalıdır. Ancak şimdiye kadar hiç "Sakın ot
yemeyin!" diyen bir argüman görmedik. Görecek olursak, ona da ilgili ve
bilimsel cevapları veririz. Fakat örneğin aşırı et tüketiminin, daha doğrusu
aşırı hayvansal protein alımının gut gibi sıkıntılı hastalıklara neden
olduğunu, kalp krizi riskini arttırdığını, vücuttaki yağlanmaya sebep olduğunu
(etin kalitesine bağlı olarak) önemle belirtiriz ((Bence bu düşünce yanlıştır-Yazının sonundaki yorumlarıma bakınız-
Ahmet Aydın).
Uzun
lafın kısası, herkes diyetindeki dengeyi sağlamalı, sadece etten sağlıklı bir
şekilde alınabilecek besinlerle, sadece bitkisel besinlerden sağlıklı bir
şekilde alınabilecekleri besinleri bir arada tüketmelidirler.
Umarız
faydalı olmuştur.
Saygılarımızla.
ÇMB
(Evrim Ağacı)
Kaynaklar
ve İleri Okuma:
1. Food For Thought:
Meat-Based Diet Made Us Smarter,
http://www.npr.org/2010/08/02/128849908/food-for-thought-meat-based-diet-made-us-smarter
2. Meat Eating Behind
Evolutionary Success of Humankind, Global Population Spread, Study Suggests,
http://www.sciencedaily.com/releases/2012/04/120420105539.htm
3. Meat, Cooked Foods
Needed for Early Human Brain,
http://www.livescience.com/24875-meat-human-brain.html
4. A brief review of the
archaeological evidence for Palaeolithic and Neolithic subsistence,
http://www.nature.com/ejcn/journal/v56/n12/full/1601646a.html
5. Meat-eating was
essential for human evolution, says UC Berkeley anthropologist specializing in
diet, http://berkeley.edu/news/media/releases/99legacy/6-14-1999a.html
6. Eating meat led to
smaller stomachs, bigger brains,
http://news.harvard.edu/gazette/story/2008/04/eating-meat-led-to-smaller-stomachs-bigger-brains/
7. Dietary lean red meat
and human evolution., http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/10918988
8. Comparative expression
analysis of the phosphocreatine circuit in extant primates: Implications for
human brain evolution,
http://people.duke.edu/~ofedrigo/Olivier_Fedrigo/Publications_files/Pfefferle%20etal.,%202011.pdf
9. Impact of Carnivory
on Human Development and Evolution Revealed by a New Unifying Model of Weaning
in Mammals,
http://www.plosone.org/article/info%3Adoi%2F10.1371%2Fjournal.pone.0032452
10. Intelligence,
Evolution of the Human Brain, and Diet,
http://www.beyondveg.com/billings-t/comp-anat/comp-anat-4a.shtml
PROF. DR. AHMET AYDIN’IN YORUMU
Bazı tıbbi çevreler vejetaryen
beslenme şeklinin son derece sağlıklı olduğunu söylüyorlar. “Kırmızı
et kesinlikle yenmemeli” diyorlar. Ama siz vejetaryen diyete karşısınız. Neden?
Bilimsel
araştırmalar insan maymun ortak atasının 25 milyon yıl kadar önce birinden
ayrılmaya başladığını, ilk insansıların ise yaklaşık 5 milyon yıl önce,
günümüzdeki modern insanların ise 150,000 yıl önce ortaya çıktığını ileri
sürüyor.
Maymunlar
hala vejetaryen, ama onların bile saf vejetaryen olduğunu söylemek mümkün
değil. Maymundan ayrıldıktan sonra insanların bütün canlıların en zekisi olarak
evrimleşmesinin tek olmasa da en önemli nedeni otoburluktan büyük ölçüde
etoburluğa dönmesidir. Fosil çalışmaları insanda daha önce düşük olan baş/gövde
oranının etoburluğa döndükten sonra arttığını, ‘daha büyük beyinli’ olduklarını
gösteriyor. Bazı bilim adamları beyindeki büyümeyi etin, başta amino asit ve
omega-3 olmak üzere birçok esansiyel unsurdan daha zengin olmasına bağlıyorlar.
Dışkı fosillerinin incelenmesinde de tarım öncesindeki çağlarda
insanların önemli ölçüde etobur olduğu anlaşılıyor.
Buzul çağında insanlar ne kadar meyve-sebze
tüketebilirlerdi?
Bildiğiniz son buzul çağı yaklaşık on
bin yıl önce sona ermiş, Anadolu, Mısır ve Ortadoğu başta olmak üzere Dünyanın
birçok yerinde tarım devrimi gerçekleşmiştir. Bundan önceki dönemde insanların
yeterli sebze meyveyi bulmaları mümkün olmadığından saf vejetaryen olarak
yaşamaları mümkün değildir. Kaldı ki zaman zaman yumurtaya ulaşsalar bile,
tarım dönemi öncesinde avcı-toplayıcı olan insanlar hemen hiçbir hayvanın
sütünü tüketmemişlerdir. Süt ve süt ürünleri tüketimi ancak tarım devriminden
sonra başlamıştır.
Tarihte ve günümüzde vejetaryen
ağılıklı beslenen küçük bazı gruplar olsa da saf vejetaryen yaşayan bir
topluluk yok.
Vejetaryenizmi
savunanlar hepçil olan insanın vücut yapısının etobur hayvanlardan çok otobur
hayvanlara benzediği, bu nedenle de otobur gibi beslenmesi gerektiğini iddia
ediyorlar. Bu iddia doğru mu?
İnsan vücut yapısının etobur hayvanlardan çok
otobur hayvanlara benzediği doğru, çünkü aynı atadan gelmiş (bu konu yukarıdaki
yazıda ayrıntıları ile işlenmiştir). Ama evrim sonucu değişmiş olan foksiyonlar
nedeni insanın bir otobur gibi beslenmesi doğru değil.
Vejetaryen
beslenme tarzı, bol taze sebze ve meyve yenildiği için son derece faydalı. Ama
sağlıklı bir yaşam için hiç de yeterli değil, hatta zararlı. Vejetaryen diyetin
hayvani gıdalara göre en önemli eksiği esansiyel (elzem) amino
asitlerden genel olarak daha fakir olması. Elzem amino asitler vücudumuzda
yapılamadıkları için mutlaka diyetle alınmaları gerekiyor.
Gerçi
baklagiller gibi amino asitlerden zengin bitkisel kaynaklar da var, ama
bunların tam olarak hayvani gıdaların yerini tutması zor. Baklagiller
kükürtlü amino asitlerden fakir, ayrıca birçok baklagil ısıl işleme tabi
tutulduğunda lizin adlı elzem amino
asit de büyük ölçüde azalıyor.
Yumurta
ve süt ürünü yiyen vejetaryenlerin (laktoovovejetaryenler) işleri
nispeten biraz daha kolay. Eğer bunlar mandıra sütü ve köy yumurtası
bulabiliyorlarsa önemli bir sağlık sorunu yaşamıyorlar. Üstüne üstlük taze
sebze ve meyvenin sağladığı besin öğeleri ile yaşam süreleri ve kaliteleri de
artıyor. Ama ciddi bir sorun var, şehirlerde nerdeyse hiç köy tavuğu,
yumurtası, mandıra sütü bulmak mümkün değil. Mevcut UHT’li homojenize sütlerin
ve çiftlik yumurtalarının amino asit, vitamin, mineral, omega-3 içerikleri ise son
derece düşük.
Vejetaryenizmin
en önemli zararlarından biri de B12 vitamini yetersizliği.
Çünkü hiçbir bitkisel besin B12 vitamini içermiyor. Birçok vejetaryen bunun
farkında ve ‘bu kadar kusur kadı kızında da olur’ diyorlar. B12 vitamini
eksikliği gelişmesin diye süt içilmesini, peynir ya da yumurta yenmesini, ya da
B12 vitamini iğnesi yapılmasını öneriyorlar.
Türkiye'de
son yıllarda B12 vitamini eksikliği müthiş bir
artış gösterdi. Daha
önceki yıllarda son derece düşük olan B12 vitamini eksikliği oranı, son dönemde
yüzde 50'lerin üzerine çıktı. B12 eksikliği kalbinizi, kanınızı olduğu gibi
beyninizi de etkiler. Erken bunama, Alzheimer ve konsantrasyon zaafı gibi
sorunlara neden olabilir. Kadınlar çocuk doğurdukları zaman bebeklere de bu
eksiklik geçiyor ve bebeklerde ciddi beyin hasarları oluyor.
Bakırköy Devlet hastanesinde yaptığımız bir araştırmada doğum yapan
kadınların %82’sinde kan B12 vitamini düzeyi 300 pg/mL’nin altında bulduk. Bebeklerin ise %42’sinde B12
yetersizliği (200 pg/mL’nin altı) saptandı (30). Bu kadar yüksek bir oran bu
işin içinde olan bizleri bile fazla şaşırttı. B12 vitamini düzeylerinin 500’ün
üzerinde tutulmasında fazlasıyla yarar var.
Önal H, Adal E, Öner T, Önal Z, Aydın A. Gelişmekte olan ülkelerde önemli
bir sorun: annede ve yenidoğanda B12 vitamini eksikliği. Türk Pediatri Arşivi. DOI: 10.4274/tpa.45.xx
İnekler ve keçiler de vejetaryen ama
onlarda B12 vitamini eksikliği görülmüyor?
Aslında
insan dâhil bütün memelilerin kalınbağırsağında bulunan bakteriler, o memelinin
B12 vitamini ihtiyacını karşılayacak miktarda B12 vitamini sentezlerler. Peki,
neden sadece insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için hayvani gıdalara mahkumlar?
Nedeni şu. Maymun-insan ortak atasından ayrılan insan, milyonlarca yıl o kadar
çok hayvani gıda yemiştir ki, bakterilerin kalın bağırsakta yaptığı B12
vitaminine ihtiyacı kalmamıştır. Bu nedenle daha önce kolonda bulunan B12
vitamininin emilimini sağlayan reseptör,
genomu rahatlatmak için yukarıya ince bağırsağa çıkmıştır.
Bu
nedenle ince bağırsaktan daha sonra gelen kalın bağırsakta sentezlenen B12
vitamini orada reseptör bulunmadığı için, emilemez ve dışkı ile atılır. Maymun,
inek ve keçi gibi otobur hayvanların B12 vitamini reseptörleri ise kalın
bağırsaktadır ve bağırsakta sentezlenen vitaminden faydalanabilirler.
İran ve
Hindistan’da büyük ölçüde vejetaryen yaşayan bazı etnik topluluklar, diğer
hayvanların olduğu gibi kendi dışkılarını da gübre olarak kullanırlar ve
yetişen sebzeleri yıkamadan yerler. Bu nedenle bahsedilen topluluklarda B12
vitamini eksikliği daha nadir ve hafif olmakta.
Et ve omega-3
Yine önemli bir konu da omega-3
eksikliğidir. Keten tohumu, ceviz, semizotu gibi omega-3 öncülerinden
nispeten zengin bitkisel kaynaklar olmasına rağmen bunların aktif omega-3 yağ
asitlerine dönüşmesi çok da kolay olmamaktadır. Yine son yıllarda mısır, ayçiçeği,
pamuk ve margarin gibi omega-6’yağ asitlerinden zengin sanayi tipi gıdaların
aşırı tüketilmesi normalde 4:1’den daha yüksek olmaması gereken omega-6 /
omega-3 oranı 50:1 gibi oranlara çıkmıştır. Halbuki hayvani yağlar omega-3
açısından zengindirler. Gerçi son yıllarda et-süt-yumurta üreten hayvanların
yeşil alanda doğal olarak beslenmemesi, bünyelerindeki omega-3 miktarını ciddi
bir şekilde azaltmıştır.
Omega-6 / omega-3 oranının yüksek
olması şişmanlık, diyabet, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, felç, ülser,
astım, romatizma, müzmin yorgunluk, kanser ve osteoporoz (kemik erimesi) gibi
son yıllarda müthiş artış gösteren çok sayıda müzmin hastalığa neden
olmaktadır.
Et osteoporoz yapar mı?
Hem evet, hem hayır. Bu etin niteliği,
işlenme tarzı ve yanında yenilen diğer yiyeceklerle çok ilişkili.
Fazla proteinli gıda tüketenlerde
osteoporoz olabileceğini belirten ilk yazı 1968 yılında yayınlanmıştır. 25
lakto-ovo vejetaryen ile ve eşit sayıdaki et yiyicinin el tarak kemikleri
kıyaslandığında vejetaryenlerin kemik yoğunluklarının daha fazla olduğu
saptanmıştır.
Bu son derece şaşırtıcıdır. Çünkü fosil
kalıntıları incelendiğinde çok daha fazla etin tüketildiği, tarım devrinin
öncesinde nerdeyse hiç osteoporoz saptanmamıştır. Bu nedenle etin osteoporoza
neden olması düşüncesi oldukça gariptir.
Etin osteoporoza neden olma iddiası
asidik olması ile izah edilmektedir. Et ve balığın böbreklerde oluşturduğu asit
yükü yüksek, sebze ve meyveninki ise düşüktür. İnsan böbrekleri pH:5 ‘in
altındaki idrarı boşaltamazlar. Et ve balık ve tahılların yenilmesi sonucu
oluşan asitler (daha çok fosfat ve sülfatlar) kısmen kemikten gelen kalsiyum
ile tamponlanırlar. Diyetle alınan asit miktarı yüksek ise, böbrekler
tarafından boşaltılırken kemik kalsiyumunu da eritirler.
6-18 yaş arasında 229 çocuk ve ergenin
4 yıl boyunca incelendiği bir araştırmada protein tüketimi arttıkça kantitatif
BT ile ölçülen kemik yoğunluklarının da arttığı gösterilmiştir. Bu çalışmaya
göre et tüketmek kemik erimesine neden olmadığı gibi, kemik erimesini de
önlemektedir. Aynı araştırmada diyete bağlı asit yükünün de kemik dansitesini
azalttığı da saptanmıştır.
Bazı araştırmalarda protein tüketimi
arttıkça kemik yoğunluklarının da artması bazılarında ise azalması proteinli
gıda yanında alınan asidik ya da alkali
gıdaların ve kalsiyumun alınan miktarı ile ilgilidir.
Proteinli gıdalar (et, süt, süt
ürünleri, yumurta), tahıllar, rafine yağlar, şekerler ve rafine diğer gıdalar
asit yükü artırırken, alkali karakterde olan sebzeler ve meyveler asit yükünü azaltırlar.
Taş devrindeki negatif böbrek asit
yükünün günümüzde pozitife dönüşmesinin tek nedeni alkaliden zengin sebze ve
meyvelerin alınmaması değil ayrıca besinlerin işlenmesi sırasında potasyum ve
magnezyum gibi alkali yapıcı minerallerin kaybedilmesidir.
Diyetteki kalsiyum 500 mg/gün’ün
altında olmadıkça fazla protein yenmesi bağırsaktan kalsiyum emilimini
azaltmamakta, tam tersine artırmaktadır.
Taş devrinde ve günümüzde potansiyel
böbrek asit yükü ve net asit yapımı
Taş devri(3000
kcal/gün)
|
Günümüz(2500
kcal/gün)
|
|||
Alınan asit ve baz
(g/gün)
|
İdrar(mEq/gün)
|
Alınan asit ve baz
(g/gün)
|
İdrar (mEq/gün)
|
|
Protein/sülfat
Fosfor
Potasyum
Kalsiyum
Magnezyum
|
226.0
3.22
10.50
1.62
1.22
|
110
118
-215
-2
-32
|
79.0
1.51
2.50
0.92
0.32
|
39
55
-51
-12
-8
|
Böbrek asit yükü
Organik asitler
Net asit yapımı
|
—
|
-39
61
22
|
---
|
23
41
64
|
Wachman A, Bernstein DS. Diet and osteoporosis. Lancet.
1968;1(7549):958-9.
Ellis FR, Holesh S, Ellis JW. Incidence of osteoporosis in
vegetarians and omnivores. Am J Clin Nutr. 1972;25(6):555-8.
Massey LK. Does excess dietary protein adversely affect
bone? Symposium overview. J Nutr. 1998;128(6):1048-50.
Barzel US, Massey LK. Excess dietary protein can adversely
affect bone. J Nutr. 1998;128(6):1051-3.
Heaney RP. Excess dietary protein may not adversely affect
bone. J Nutr. 1998;128(6):1054-7.
Linkswiler HM, Joyce CL, Anand CR. Calcium retention of
young adult males as affected by level of protein and of calcium intake. Trans N Y Acad Sci.
1974;36(4):333-40.
Alexy U, Remer T, Manz F, Neu CM, Schoenau E. Long-term
protein intake and dietary potential renal acid load are associated with bone
modeling and remodeling at the proximal radius in healthy children. Am J Clin
Nutr 2005; 82: 1107–14.
Tucker KL, Hannan MT, Kiel DP. The acid-base hypothesis:
diet and bone in the Framingham Osteoporosis Study. Eur J Nutr 2001; 40: 231–7.
Promislow JH, Goodman-Gruen D, Slymen DJ, Barrett-Connor E.
Protein consumption and bone mineral density in the elderly: the Rancho
Bernardo Study. Am J Epidemiol 2002; 155: 636–44.
Wengreen HJ, Munger RG, West NA, et al. Dietary protein
intake and risk of osteoporotic hip fracture in elderly residents of Utah. J
Bone Miner Res 2004; 19: 537–45.
Frassetto LA, Todd KM, Morris RC Jr, Sebastian A. Worldwide
incidence of hip fracture in elderly women: relation to consumption of animal
and vegetable foods. J Gerontol A Biol Sci Med Sci 2000; 55: M585–92.
DE, Stone KL, Sebastian A, Cummings SR. A high ratio of
dietary animal to vegetable protein increases the rate of bone loss and the
risk of fracture in postmenopausal women. Study of Osteoporotic Fractures
Research Group. Am J Clin Nutr 2001; 73: 118–22.
Birçok hekim ve diyet uzmanı kalp
hastalıklarına sebep olabileceğinden kırmızı et tüketiminin azaltılması
gerektiğini söylüyorlar. Çoğu insan da bu korkuyla bir yaştan sonra kırmızı et
veya sakatat yemez oluyor. Sadece tavuk eti veya hindi eti ile pişiriyor
yemeklerini. Bu ne kadar doğru?
Kırmızı et tabusu yakın zamanlarda
oluştu. Doymuş yağ ve kolesterolden zengin olması nedeni ile et yiyenlerde daha
çok kalp hastalığı olduğu doğru değil. Örneğin doymuş yağ ve kolesterolden
zengin gıdalarla beslenildiği 1900 yıllarının başındaki ABD’de koroner kalp
hastalıkları, ölümlerin ancak %2-3’ünden sorumlu idi.
O tarihlerden sonra doymuş yağ ve/veya
kolesterol içermeyen margarin ile sıcak preslenmiş ayçiçeği, soya, mısır
yağlarının tüketimi arttı. Fakat günümüzde koroner kalp hastalıkları
ABD’de bir numaralı neden olarak ölümlerin %25-30’undan sorumlu hale geldi. İnsanoğlu
yaklaşık 5 milyon yıldır kırmızı et tüketiyor. Bence, kırmızı eti kalp
hastalıklarının sorumlusu gibi göstermek insanlığın geçmişine ihanet etmektir.
Kırmızı et kalp için çok yararlıdır.
Çünkü içinde ihtiyacımızı karşılayacak şekilde B12 vitamini bulunmaktadır.
Kırmızı ette ‘koenzim Q10′ dediğimiz, vücudun enerji santralinin ana unsuru
bulunur. Yine koenzim Q10 gibi kalp ve iskelet kası olmak üzere bütün
hücrelerin enerji metabolizmasında büyük rolü olan karnitin ve kreatin de en
fazla kırmızı etlerin içinde bulunuyor. İnsan vücudunda üretilmeyen birçok
amino asit en çok etlerde ve diğer hayvani gıdalarda bulunuyor. Özetle et
yiyerek değil, aslında yemeyerek kalbinize zarar verirsiniz.
Kırmızı et tüketimi kolesterolü arttırmaz mı? Kolesterol
yalan mı?
Birçok hekim ve diyetisyen kalp
hastalığından korunmak için süt gibi doymuş ve kolesterolden fakir yağların
tüketilmesini önermektedir. Yapılan araştırmalar ise tam tersini
göstermektedir. Geleneksel diyetlerinde yüksek oranda (%60-80) yağ bulunan
Aborijinler (Avusturalya), Eskimolar (Kanada), Hazdalar (Tanzanya), !Kunglar
(Botswana), Pigmeler (Zaire) ve Yanomamoların (Brezilya) kan kolesterol
düzeyleri çok daha az doymuş yağ tüketen (%35-40) Amerikalılardan (ABD) çok
daha düşüktür.
Diyetlerinde yüksek yağ bulunan topluluklarda
ortalama kan kolesterol düzeylerinin
Etnik grup/Kabile
|
Ülke
|
Ortalama kan
Kolesterol Düzeyleri (mg/dL)
|
Aborijin
Eskimo
Hadza
!Kung
Pigmeler
Yanomamo (E)
Yanomamo (K)
Beyaz
|
Avusturalya
Kanada
Tanzanya
Botswana
Zaire
Brezilya
Brezilya
ABD
|
139
141
110
120
106
123
142
210
|
Ülkemizde birçok sülalede fazla
miktarda tereyağı, tam yağlı yoğurt yemelerine rağmen 90’lı 100’lü yaşları
geçen bireyler vardır. Birçok hekim bu durumu genetik ile açıklamak istese de
aynı kişilerin torunları şehirde erken yaşta enfarktüs geçirmeleri genetik
faktörün sanıldığı kadar önemli olmadığını düşündürmektedir.
Afrikalı Samburular (Kenya) günde 6-7
litre tam yağlı çiğ süt ve yarım kilo kadar et tüketirler. Yani ortalama Bir
Amerikan vatandaşının tükettiği kolesterolün 2 katından fazlasını tüketmesine
rağmen, kan kolesterol düzeyleri (170 mg/dL) Amerikalılara göre (240 mg/dL) son
derece düşüktür. Samburularda koroner kalp hastalığına rastlanmamıştır.
Kırsal kesimde yaşayan Kenyalı Masailer
günde 2 litre kadar çiğ süt, 1-2 kilo kadar et yerler. Buna rağmen ortalama kan
kolesterol düzeyi dünya ortalamasından düşüktür ve koroner kalp hastalığından
ölme riski sıfıra yakındır. Fakat şehre yerleştiklerinde çok daha az
kolesterollü gıda tüketmelerine karşın kan kolesterol düzeyleri kabiledeki
akrabalarından daha yüksek olmakta ve daha fazla kalp krizi geçirmektedirler.
Bir başka örnek daha.. Somali’de sadece
sütle beslenen bazı kabilelerde hemen hiç koroner kalp hastalığı
görülmemektedir.
Anne sütündeki enerjinin yarısından
fazlasının yağdan alındığı düşünülürse yağın canlı yavruların büyümesinde ne
kadar büyük bir öneminin olduğu anlaşılır. Üstelik bu yağın çok büyük bir
bölümü de doymuş! yağdır. Bu nedenle Amerikan Pediatri Akademisi 2 yaştan önce
yağ kısıtlaması yapılmamasını söylemektedir. Bize göre 2 yaşın üzerinde yağ
kısıtlaması yapılması da son derece sakıncalıdır.
Shaper AG. Cardiovascular studies in the Samburu tribe of
northern Kenya. American Heart Journal 1962;63:437-442
Mann GV, Shaffer RD, Sandstead HH. Cardiovascular disease in
the Masai. Journal of Atherosclerosis Research 1964;4:289-312.
Day J. Anthropometric, physiological and biochemical
differences between urban and rural Maasai. Atherosclerosis 1976;23:357-361.
Lapiccirella V. Enquête clinique, biologique et cardiographique
parmi les tribus nomades de la Somalie qui se nourissent seulement de lait.
Bulletin of the World Health Organization 1962;27: 681-697
Peki, kırmızı et kanser yapar mı? Bunu
da iddia edenler var çünkü.
Hem evet,
hem hayır. Bu durum etin niteliği, işlenme tarzı ve yanında yenilen diğer
yiyeceklerle çok ilişkili. Bu nedenle bazı araştırmalarda et yiyenlerde daha
fazla kanser görülürken, bazılarında da daha az kanser görülmektedir.
Mesela
bir araştırmada yaşları 16-89 arasında değişen 76,172 erkek ve kadın ortalama
10 yıl izlenmiş. Bunlardan 27,808’i vejetaryen imiş. Çalışmanın sonunda 8330
ölüm olmuş, fakat kırmızı et yiyen ve yemeyenler arasında kanserden ölüm
bakımından bir farklılık bulunmamış.
Key TJ, Fraser GE, Thorogood M et al. Mortality in vegetarians and non-vegetarians:
a collaborative analysis of 8300 deaths among 76,000 men and women in five
prospective studies. Public Health Nutr. 1998;1(1):33-41.
İnsanlar
en az 5 milyon yıldır et yiyor. Tarım öncesi dönemde (10 bin yıl önce) insanlar
günümüzdekine göre en az 2-3 kat daha fazla kırmızı et tüketmelerine rağmen,
fosil incelemelerine göre daha az kansere maruz kalmışlar. Bu incelemelere göre tarım dönemine geçtikten
sonra kanser ortaya çıkmış. Ama son yüzyıla gelince adeta bir patlama yaşanmış.
Peki bu bulgulara rağmen neden bazı çalışmalarda kırmızı et
kansere neden oluyor diye iddia edilmektedir?
Bu çelişkiyi çözmek için yapılan
çalışmalardan birinde, gerçekten de fazla domuz pastırması yiyenlerde daha
fazla mesane kanseri olduğu saptanmıştır. Ama kanser olanların büyük
çoğunluğunun yediği domuz pastırmalarının çoğu işlenmiş etmiş. İşlenmemiş etler
ile kanser arasında ise böyle bir ilişki saptanmamış.
Michaud DS, Holick CN, Giovannucci E, Stampfer MJ. Meat
intake and bladder cancer risk in 2 prospective cohort studies. Am J Clin Nutr.
2006;84(5):1177-83.
Nitrat ve nitritler özellikle sucuk, sosis, salam ve
pastırma gibi işlenmiş et ürünleri ve balıkta koruyucu, renklendirici, lezzet
arttırıcı ve mikrobiyal stabiliteyi kontrol amacıyla yaygın olarak
kullanılmakta. Nitrozamine dönüşen nitritlerin hayvan modellerinde mesane
kanserine yol açtığı biliniyor. Yani yaylada beslenmiş hayvanlardan geleneksel
usulle yapılmış kavurma, pastırma ye da sucuğun kansere yol açması olasılığı
düşük.
Bir başka
sorun da birçok kırmızı et ürünü içine kanserojen soya
katılmasıdır. Soyanın modern işlenme yöntemleri de nitrat miktarını
artırmaktada. Mizo, soya sosu, tofu ve tempeh gibi geleneksel fermente soya
ürünlerinde ise kanser riski yok.
Etin yüksek ısılara maruz bırakılması
da kansere neden olmaktadır. Bu nedenle ızgara, mangal, tütsüleme gibi ısıtma
yöntemleri ile et pişirilmemelidir.
Bartsch H, Ohshima H, Pignatelli B, Calmels S. Endogenously
formed N-nitroso compounds and nitrosating agents in human cancer etiology.
Pharmacogenetics1992; 2 :272 –7.
Bryan GT. The pathogenesis of experimental bladder cancer.
Cancer Res 1977; 37:2813 –6.
Key TJ, Fraser GE, Thorogood M, Appleby PN, Beral V, Reeves
G, Burr ML, Chang-Claude J, Frentzel-Beyme R, Kuzma JW, Mann J, McPherson K.
Mortality in vegetarians and non-vegetarians: a collaborative analysis of 8300
deaths among 76,000 men and women in five prospective studies. Public Health
Nutr. 1998;1(1):33-41.
Lijinsky W. N-Nitroso compounds in the diet. Mutat Res1999;
443 :129 –38.Michaud DS, Holick CN, Giovannucci E, Stampfer MJ. Meat intake and
bladder cancer risk in 2 prospective cohort studies. Am J Clin Nutr.
2006;84(5):1177-83.
Nair J, Ohshima H, Nair UJ, Bartsch H. Endogenous formation
of nitrosamines and oxidative DNA-damaging agents in tobacco users. Crit Rev
Toxicol1996; 26 :149 –61.
Stickler DJ, Chawla JC, Tricker AR, Preussmann R.
N-nitrosamine generation by urinary tract infections in spine injured patients.
Paraplegia1992; 30 :855 –63.
Scanlan RA. Formation and occurrence of nitrosamines in
food. Cancer Res 1983; 43 :2435S –40S.
Wilkens LR, Kadir MM, Kolonel LN, Nomura AM, Hankin JH. Risk
factors for lower urinary tract cancer: the role of total fluid consumption,
nitrites and nitrosamines, and selected foods. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev
1996; 5 :161 –6.
Weyer PJ, Cerhan JR, Kross BC, Hallberg GR, Kantamneni J,
Breuer G, Jones MP, Zheng W, Lynch CF. Municipal drinking water nitrate level
and cancer risk in older women: the Iowa women’s health study. Epidemiology.
2001;11(3):327-338.
Yücel A, Çağış N: Et teknolojisinde nitrat ve nitritin rolü
ve halk sağlığı yönünden önemi. Et ve Balık Endüstrisi Derg 1987(40): 27-34.
Böbrek
hastalığı ve hipertansiyonu olan hastalar yüksek proteinli bir diyetten olumsuz
etkilendiği söyleniyor, peki bu doğru mu?
Bazı
böbrek yetersizliği olan hastalarda yüksek proteinli gıdalar böbreklere zarar
verebilir. Bunun nedeni fazla proteinin
metabolize olarak fazla üre yapmasıdır. Böbrek yetersizliği varsa bu fazla üre
yeteri kadar atılamaz. Bu durumda hastaya verilen protein miktarı kısıtlanır.
Bütün bu anlatılanlar doğru ama böbrekleri sağlam olan birisi için bu söz
konusu değil. Yapılan bir çalışmada %25
protein alan grupla %12 alan grup arasında böbrek fonksiyonları arasında bir
fark olmadığı saptanmış.
Skov AR, Toubro S, Bulow J, Krabbe K,
Parving HH, Astrup A. Changes in renal function during weight loss induced by
high vs. low-protein low-fat diets in overweight subjects. Int J Obes Relat
Metab Disord. 1999;23(11):1,170-7.
Başka
bir çalışmada da vücutçulara kg başına 2.8 gram gibi yüksek protein verilmesine
rağmen böbrek fonksiyonlarında bir bozukluk olmadığı görülmüş.
Poortmans JR, Dellalieux O. Do
regular high protein diets have potential health risks on kidney function in
athletes? Int J Sport
Nutr Exerc Metab. 2000;10(1):28-38.
Et yemenin gut hastalığına neden olduğu düşüncesi de yanlış
mı?
Evet. Gutun nedeni fazla et yemek
değil, fazla şekerli gıda yemektir.
http://beslenmebulteni.com/beslenme/proteinli-gidalar-mi-yoksa-unlu-sekeri-gidalar-mi-guta-sebep-olur/
Ne yapmalı?
Biz saf vejetaryenliği yani veganlığı kesinlikle önermiyoruz.
Hiç hayvansal gıda yemeyen insanlarda B12 vitamini, taurin, omega-3,
karnitin ve koenzim Q-10 gibi önemli besi unsurlarının eksikliği
oluşabileceği için bunların mutlaka takviye edilmesi gerekiyor. Aksi halde saf
vejetaryenlerin uzun yaşaması mümkün değil.
Laktoovovejetaryenler
tükettikleri süt ürünleri ve yumurtanın organik olmasına dikkat ederlerse fazla
bir sorun yaşamazlar. Ama unlu ve şekerli gıdaları fazla tüketmemeleri şartı
ile.
Biz
"sadece et yiyin" demiyoruz. Mutlaka ot (taze sebze-meyve) da yememiz
lazım. Yüzde 70 insanın vücut yapısı etçil tipli. Bu tipteki
kişilerin, sebze-meyve yemekle birlikte et ağırlıklı beslenmesi şart. Otçul
tipli olanlar (yüzde 20) ise eti de ihmal etmeden sebze-meyve
ağırlıklı olarak beslenmelidirler. Yüzde 10 insan ise hepçildir.
Hiçbir insan metabolik tipinin dışında beslenmeye zorlanmamalıdır.
Et
konusunda kendinizi kısıtlamanıza gerek yok. İstediğiniz kadar yumurta da
yiyebilirsiniz (günde 2-3 tane). Yumurtanın çok sayıda hastalığa faydası
vardır, bunların başında da kalp hastalığı geliyor!
Ete
meraklıysanız, kalitesine de önem verin. Yeşillik yiyen, doğal ortamda büyüyen
hayvanların etini almaya özen gösterin. Biz kırmızı ette miktar kısıtlanmasına
karşıyız, istediğiniz kadar yiyebilirsiniz. Ama etinizi kasabınızdan alın ve
gözünüzün önünde kesilsin ya da kıyma yapılsın.
Geleneksel
usuller ile yapılmış sucuk, kavurma, pastırma serbest. Katkı maddelerinden
dolayı salam ve sosis gibi sanayi tipi et ürünleri tüketilmemeli.
Sakatat (böbrek,
yürek, kokoreç, işkembe, uykuluk) kırmızı etten daha yararlıdır. Fakat
hastalıklı olmamasına dikkat edilmeli.
Balık
yerken ise, ağır metal zehirlenmesi riskini azaltmak için küçük (yavru) ve
yüzeyde yaşayan balıklar seçilmeli. Çiftlik balıkları ise tercih edilmemeli.
Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı
Yorumlar
Yorum Gönder